TT
KİTAPLAR
                                                                                            Garuda - 1

                                                                                                                                                                                                           
Hüner Şencan

Hindistan’ın ve Uzak Doğu’nun önde gelen kutsal kuşu... Hint yarımadasındaki rüzgâr, fırtına ve
yağmurlardan tek başına o sorumlu… Yılanların düşmanı, onlarla mücadele edip onları öldüren veya yok
eden…

Hint toplumu, Firavun’un Benu kuşunu almış, elbiselerini değiştirerek ona Garuda adını vermiş. Garuda,
devasa kanatları olan, insan vücutlu ve kartal başlı bir yaratık. Hintlilerin Vişnu adı verdikleri tanrıya “binek”
hizmeti veriyor. Vişnu’nun “uzay mekiği” veya bir nevi “burak” atı…

Tanrıyı sırtında taşıyan kuş olarak değerlendiriliyor ama insanlar onu ilah gibi görmeye başla-mışlar. Hatta
tapmışlar... Garuda, ilâhî bir kuş... Kimi zaman, çehreleri zıt yönlere bakan (janiform) bir kartal olarak
resmetmişler onu... Bizim “çift başlı” dediğimiz türden… Hintliler bu kuşa o kadar değer veriyorlar ki,
Vişnu’yu taşıyor halinde heykellerini yapmışlar.

Garuda’ya Hading veya Huyung da deniyor. Vedik mitolojisine göre, Garuda tüm küçük tanrıların kralı olan
Büyük İndra’dan ölümsüzlük nektarını çalmış, ölümsüzlüğe ulaşmış. Aynen Babillilerin kuşu Zu gibi… O da
“hırsızlık” kariyerine sahip…

Garuda, kuşların şâhı veya kıralı olarak değerlendirilirmiş. Gözleri şimşek gibi imiş… Kanatlarını çırptığında
heybetinden dağlar titrer, zelzeleler olurmuş. Garuda bir gün gökyüzündeki ayı yakalamış, onu kanatlarının
arasına alarak gözlerden uzaklaştırmış. Bu olay cennetteki tanrıları çok etkilemiş, endişelenmişler,
korkmuşlar. İndra’nın başkanlığında Garuda’ya saldırmışlar. Garuda hepsini yenmiş, fakat Vişnu’yu
kuşatamamış. Bununla birlikte Vişnu onu ölümsüz yaparak zâtının Binek’i veya Burak’ı olma şerefini
bahşetmiş kendisine…

Garuda “güneşin ışığı”, “güneşin nuru” olarak değerlendirilirmiş… Yılan ısırmalarından (veya şeytanın
iğvalarından) acı çeken insanları “tedavi etme gücü” varmış. Garudu’ya Vişnu ile birlikte ibadet edilirmiş…
Garuda ve Vişnu ayrı varlıklar imiş ama, aynı zamanda “bir” imişler.

Garuda’nın resmi her zaman Vişnu’nun yanına konur, Vişnu’yu kanatlarının arasında taşıyor halde
gösterilirmiş. Garuda; hem Vişnu’ya hizmet eden, hem onun devâ’sını içinde barındıran… Hintçe devâ
sözcüğü, tanrısal karaktere sahip olan, kâmil, fâzıl, ulûhîl anlamında… Devâ ve Dâvut isimlerinin benzerliği…
“Yâr, derdime bir devâ” deriz ya hani… “Yâr, lütfet bir devâ kuşu gönder” anlamında.

Garuda’dan kuş olarak söz edilip resimleri çiziliyor fakat “insanla özdeşleştirilmek istenen bir imge”
yaratılmaya çalışılıyor aslında. Garuda Kuşu Dünya’da gözlemlenen bir varlık değil… Bilinçlilik kazanmak
suretiyle insanın “gerçeğe ulaşabileceği” düşüncesi işlenmeye çalışılıyor. Veya “uçabileceği”… Bu
Dünya’dan çok uzaklarda görünmeyen bir yere, semâvî âleme veya Vişnu’ya… Garuda, Vişnu’nun kuddise
sırruhû’su…

Kuşların kralı olması hasebiyle, Garuda bir gün iki küçük kuş ve bir arıyı Dünya’ya göndermiş. Onlara
“Dünya’ya bir dalış yapın. Bakın bakalım kimin eti, yemek için en lezzetlidir” demiş. İki kuş ve arı geri dönüş
yolculuğunda fırtına tanrısı Burhan ile karşılaşmışlar. Burk-han onlara sormuş: Öğrendiniz mi, kimin eti
“yenmek” için en iyidir? Onlar da “insan eti” diye cevap vermişler. Burk-han insanoğlunu korumak için dönüş
yolculuğunda olan kuşları ve arıyı ikna etmeye çalışmış. “Garuda Han’a öyle söylemeyin, insanoğluna yazık
edersiniz” demiş. Kuşlar bir ölçüde ikna olmuşlar, fakat arının müzevirlik yapma ihtimalinden korktukları için
onun dilini kesmeye karar vermişler. Ve öyle yapıp uçuşlarına devam etmişler. Padişah Garuda’nın yanına
ilk olarak iki küçük kuş vâsıl olmuş ve ona en lezzetli etin “yılan eti” olduğunu söylemişler. Bir müddet sonra
da, arı Garuda’nın huzuruna çıkmış. Garuda aynı soruyu bu kez ona yöneltmiş, fakat arı konuşamıyor,
sadece vızzz cızzz diye sesler çıkarıyormuş.

Bu hikâyeden net olarak anlıyoruz ki, Garuda Kuşu Mısır kaynaklı, çünkü arının ana vatanı Mısır… Hintliler,
Benu Kuşu’nu, hangi süreç içinde olmuşsa, Garuda’ya dönüştürmüşler.

Garuda; bütün dindarlar, tanrıdan korkan müminler veya dâvut’lar (devout) için saygı duyulan, kutsal bir kuş…
Onun mitolojik, hayalî veya gerçek üstü bir varlık olması saygı duyulmasına engel değil. Çünkü devâlar,
devâîler belirlenen kuşu ezelî veya ebedî bir varlık olarak düşü-nürken aynı zamanda kendilerini onunla
özdeşleştiriyorlar. Garuda Vişna’nın taşıyıcısı, ama, aynı zamanda tüm devâilere işaret... Devâîler, Garuda
sayesinde ruhlarını semâya veya güneşe uçuruyorlar…

Vişnu’yu sırtında taşıyan Garuda değil, gerçekte o bir dâvut, devâ veya devâî… Devâ; kitlelere kutsal
Garuda Kuşu’nu “tanrı Vişnu’yu semaya taşıyan burak” gibi takdim ediyor ama niyeti farklı. “Kuşa bak,
devâî’yi hatırla” îmâsında bulunuyor… “O ve ben”, “ben ve o” anlayışıyla… Veya “bizlik içinde birlik”
söylemiyle… Garuda, zihin dünyasında gerçekleşen iç duyguların veya iç yolculukların dışa vurumu. Garuda
tezâhür, tecellî… Görünümler… Garuda zamanla mukayyet değil ve uzayda uçmuyor, insan beyninin
içinde… Kurgulanım, belki bir tür halüsinasyonlar dumansısı…

Mısır’da Benu Kuşu’nun tarih sahnesine çıkışını Milattan önce üç binli yıllara kadar götürüyoruz ama, Garuda
o kadar yaşlı değil… Benu’dan bin yaş daha genç…

Milattan önce 1200’lü yıllara kadar Hitit topluluğunun tapındıkları, kutsadıkları bir kuş var: “Çift başlı kartal”.
Hititlilerin gibi gözüküyor, ama aslında Hintlilerin… Garuda’nın değişik bir formu. Çift başlı bu kartal kuşu,
omni-yıns ve omni-prezıns (omniscience - omnipresence) olarak nite-lendiriliyor. Yani “her şeyi bilen”, “her
şeyi gören”… “Hâzır ve nâzır olan”…

Hitit kartalı veya çift başlı Garuda, cennet kıralı’nın amblemi… Veya semâvat kıralı’nın… Sonra Bizanslılar
benimsemişler bu amblemi, derken bütün Avrupa’ya yayılmış. Kralların bu amblemi çok sevmelerinin
nedeni, kendilerinin yeryüzünde tanrının temsilcisi veya gölgesi anlamına geliyor olması…

Garuda “necis”in düşmanı… Necis veya nage yılan demek… Veya “şeytan”… Bu düşmanlık Garuda’nın
annesi Vinida ile yılanların annesi Kadru arasındaki bir tartışmadan kaynaklanıyor ve sonuçta Garuda’ya
bulduğu bütün yılanları yok etme görevi veriliyor. Garuda tek başına ve sadece gölgesiyle yılanları öldürme
gücüne sahip bir kuş.

Hindistan’daki sôfî zat, kanatlarının doğurduğu rüzgârın etkisi altında kalmış olmalı, Garuda’dan yola çıkarak
öğütte bulunuyor: “Ey oğul, içindeki şeytanlardan kurtulmak istiyorsan Garuda gibi ol. Sabır pınarından su iç,
vücudunu îmânla doldur, semâvâta kanatlan... İlâhî irfanın ışığıyla kendini aydınlat.” İyi ama… Niçin
Garuda’yı araya sokuşturuyor, ona atıfta bulunuyorsun…

Kaynaklarda Garuda kelimesinin “konuşma’nın kanatları” (wings of speech) anlamına geldiği belirtiliyor. Bir
kuş “uçuyor” gibi gözüküyor, ama aslına bakarsanız “uçmuyor”… Tersine, “konu-şuyor”… Filozof gibi ve
îmâlı bir dille… Metaforlar ve kendisinin de anlamadığı dolambaçların hafakanlarıyla, çarpıntısıyla…

Sôfî şâirler veya “devâ’lar”, kuşları tanrıyla ilişki kurmak üzere yaratılmış, kendilerine bu amaçla üflenmiş, bu
amaçla ruh verilmiş varlıklar olarak görüyorlar. Havada serbestçe uçabilmeleri, semâvâtın derinliklerine
çıkabilmeleri nedeniyle kuşlar, yere bağımlı olan insana göre tanrıyla daha çok ilişki içinde olan lâhûtîler...
Onlar bu yüzden semâvî, bu yüzden ruhânî... Tanrıya bizden çok daha yakınlar… Kuşlar aslında, “ruhu”
temsil ediyorlar… Veya “temsil etmek” ne kelime, ruhun tâ kendileri... Kuşların semâdan yere doğru
süzülmeleri, ruhun yere inmesi gibi… Veya onlar, insana ruh üflenmesinin timsâli. 

Gözlerimiz, Mısırlıların ruh ikizleri Bâ ve Kâ’ya çevriliyor. Bâ ve Kâ’da da benzeri temaların bulunması
Devâ’yı hiç ilgilendirmezken, Sôfîyi de rahatsız etmiyor. Sôfî, Mısırlıların tanrısı Atem’in yerine Rab’bı
geçiriyor ve aynı söylemi devam ettiriyor. İsimleri değiştiriyor, fakat onların rollerine dokunmuyor. Bâ’dan
Benû’ya, oradan Garuda’ya ve Simurg’a geçiyor; her din ve öğretide “kuşsal” nitelikteki varlığını her
halükârda sürdürebileceğini düşünüyor.

Sôfî veya Devâ, Dünya’sal kuşların tanrısal bilgiye sahip oldukları düşüncesinden hareket ederek,
yeryüzünde “kendileri gibi” özel olarak seçilmiş bazı kişilerin de “marifet bilgisine”, “tanrısal bilgiye”  sahip
olabileceklerine inanıyor.

Bu heyulâ ile başlıyor, “gönlünü uçurmaya”… Yılanla mücadele ediyor, sıkıntısı ve derdi olanların imdadına
yetişiyor, muhtaçlara yardım ediyor. Şiva’yı sırtına bindirip her nereye isterse götürüyor. Taşımak şöyle
dursun, Şiva ile evleniyor, hem-hâl oluyor, derin ve lâhutî bir aşk hayatı yaşıyor onunla...

Şiva’nın mâşuku olmak “mânevî gerçekliğe uçmak” anlamına geliyor. Âşık ve mâşuk… Garuda âşık, Şîva
maşuk… Şîva, kendisine âşık olunan…

Garuda’ya Şiva’ya “binek”lik yapma görevini “kendileri” veriyorlar… Yani… Aslında bu, kendi kendilerine
verdikleri bir görev… Sonra insanlara dönüp “Garuda Kuşu’nu” anlatıyorlar. “Bu kuşa iyi bakın” diyorlar.
“Garuda Kuşu, görevi Şîvâ’dan almıştır. Onun; koruyan, kollayan, rüzgârları dindirici, gerektiğinde rüzgârları
ve fırtınaları harekete geçirici gücü vardır” diyorlar. İnsanların kafası karışıyor… Sôfî kimden ve neden
bahsediyor, anlamıyorlar. “Her ne kadar göremiyor olsak da, demek ki Garuda denen bir Kuş veya bir Melek
var. Ve o melek bizim yol göstericimiz, kılavuzumuz olmalı” şeklinde düşünüyorlar.

Sôfi devam ediyor. “Kuşlar, saf ve temizdir.” Kuşlar kendilerini Şîva’ya adamış, Dünya’sal beklentilerden
arınmış, hırstan, Dünya’sal emellerden, zenginlikten, kadından, makam ve mevki beklentilerinden, unvan
elde etme kaygılarından, koltuk peşinde koşma derdinden uzak varlıklardır. Lahûti, ruhanî, dâvûdî, ulvî,
alevî, şahs-ı manevî, tâvûsî, gâvûsî, mâsivâî, câvidânî…

Garuda’nın; kıtaları aşan o dev kanatları söz’ün etki alanı… Kanatlarının genişliğine bakarak anlayın bazı
şeyleri artık... Garuda’yı, Simurg’u, Hüdhüd’ü tanıyın. Garuda veya Hüdhüd aslında benim, ama, çok çok
affedersiniz, yanlış söyledim “ben değilim”… Siz bana değil; Hüdhüd kuşuna, Simurg kuşuna, Garuda’ya
bakın. Benim yüzüme bakıyorsanız bile Hüdhüd’ü, Simurg’u, Garuda’yı veya Şîva’yı görün. Ben ki, benliği
“köpek gibi” süflî bir varlık olan… Hiç ama, hiiç önemli değilim. Önemli olan Hüdhüd, Simurg, Garuda’dır…
Siz, Garuda Kuşu’na bakın… O, aşağı tabakadan “hayvanî köpek benliğinin” yuvalandığı veya bir tür şekl-i
şemâile girdiği “beden” değildir. Siz “o bedenin içinde uçan kuşa” bakın… Seyr-ü sefer eden Garuda’ya…
Semâdan süzülüp Dünya’ya gelen, Şîva’yı kanatlarının arasına alıp tekrar yükselerek mavi bulutların
arasında kaybolan, sonra Şîva’nın aşkıyla yanarak onunla tümleşen… “Tümleşik benliğiyle” yeniden
Dünya’ya avdet eden… Ve…  Şiva’nın tecellîsi, görünümü olarak ortaya çıkan…

Lütfen, hiçbir şey anlamadım, demeyiniz… Eğer anlarsanız, tılsım bozulur… Kutsal sır kaybolur… Anla-ma-
ma-lısınız… Garuda’yı düşününüz. Râbıtanız, kalpten kalbe akan ışık, Garûda olmalıdır, garuda değil…
Bilmelisiniz ki Garuda, Şîva’dır ve Şîva da Garuda… 

***
“Kuşsal ışık” pâyeli halisonik kişilerin büyükleri uyutmak için anlattığı masallardan bir demet.





Copyright © 2000-2014. All rights reserved   --   hsencan@ticaret.edu.tr
c
Tez Hazırlayan Öğrenciler İçin       
Diğer Kitaplar
Deneme Yazıları